"Şiir, yanımda yürüyen bir arkadaş"

Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nin “Şiir Gecesi” buluşmaları 16 Ekim’de bugün yaşı ellilerine varmış kuşağın çok güçlü iki şairinin katılımıyla başladı: Birhan Keskin ve Ömer Erdem.

Şair niçin kalemi alıp yazar? Şiiri tetikleyen nasıl bir ruh hâlidir? Kitaba nasıl yürür şair? Ve bu zor yolculuğu defalarca neden yapar? Okurların diline yerleşen şiirler yazdıktan sonra yenilerini yazmaya da niçin ihtiyaç duyar? Ömer Erdem sordu, Birhan Keskin kâh hayatından, kâh şiirlerinden kesitlerle, mısralarından tanıdığımız samimi sesiyle yanıtladı. Bazen de soruları biz devraldık, her iki şair de gözlemlerini, düşüncelerini, beğenilerini paylaştı.

Keskin’in hayatıyla şiir hep iç içe olmuş. “Hayatımda hangi süreçlerden geçiyorsam şiir yanımda yürüyen bir arkadaş olarak yer aldı,” diyor. Hayatında ne iz bıraktıysa şiirine bir şekilde sızmış Keskin’in. Son kitabı Fakir Kene’deki “Hidrofor” şiirini örnek veriyor. Şiirin esin kaynağı oturduğu apartmanın bodrum katındaki gürültülü hidroformuş. Ne var ki apartmanda hidroforun sesinden bir tek birinci katta bir dairede oturan Birhan Keskin rahatsız oluyor. Siz hiç bir şiirin öznesi oldunuz mu? O inatçı gümbürtüsü sayesinde, İstanbul’un normal bir apartmanındaki sıradan bir hidrofor oldu.

Elbette Keskin’in şiirine konu ettikleri sadece günlük hayata dair sıradan olaylar değil. Yeğeninin kısa bir süre önce geçirdiği kazadan söz ediyor. Yoğun bakımda yattığı 13 gün boyunca nasıl hayata dönmesi için dua ettiğini anlatıyor. Tedavisinin halen devam ettiğini, beyin travması sonucu beyninde “aksonal hasar” oluştuğunu belirtiyor. “Otuzlu yaşlarımdan bu yana bir çeşit bir anksiyete bozukluğu yaşayan bir insanım. Yaşanan pek çok olayın ortasında yeğenim bir kaza geçiriyor,” diyor. “Bu ileride yazacağım bir şiire geçecektir. Muhtemelen önümüzdeki aylarda aksonal hasarla ilgili şiir yazacağım.”

Hem Ömer Erdem hem de Birhan Keskin önemli referanslar olarak, şiire birbirlerinden çok farklı bakış açılarına sahip olan İlhan Berk ve Gülten Akın’ı gösterdi. Keskin, Berk ve Akın’dan farklı nedenlerle çok etkilenmiş. “Her ikisi de yaşadıkları müddetçe yazdılar. Demek ki yolumuz böyle bir şey. Gülten Akın gibi ben de, İlhan Berk’in aksine masa başı şair değilim. Ama İlhan Berk’ten sürekli yazmak, hep genç kalmak gerektiğini öğrendim. Her ikisinin de şiirleri ellerimizden düşmeyecek. Şiirdeki direngenlikleri bizim için büyük örnek.”

Keskin Yeryüzü Halleri yayınlandıktan sonra “Bundan daha iyisini yazamayacağım için başka bir şey yazmam” diye düşünmüş. Ama ardından önce 2006’da Altın Portakal Şiir Ödülü’ne layık görülen Ba ile sırasıyla Y’ol, Soğuk Kazı ve uzun bir aradan sonra Fakir Kene gelmiş. “Öyle olmuyormuş. Hayat devam ediyor. Son güne kadar yazılabiliyorsa son güne kadar yazılacak, bu boynumuzun borcu.”

Yeryüzü Halleri kitabının bir diğer özelliği ise başlığını şiirlerini yazmaya başlamadan koymuş olması. Kitap, Keskin’in tabiata duyduğu hayranlığı ve fotoğraf sevgisini birleştirmiş. “Fotoğraf benim için şiire çok yakın bir şeydir,” diyor. O tek ve aynı gözle tabiata bakmak da şiirine yansımış, hattâ sinmiş. “Benimkisi görsel bir şölen deniyor, fotoğrafa ilgimle ilişkilendirilebilir. Tabiat büyülü ve görsel bir dünya. Dilini merak etmek şiire doğru gitmek ile ilgili.”

Keskin’in hayata bakış açısı ise mütemadiyen eleştiriye dayalı. Hayata dair iki tavır olduğunu söylüyor: “Eleştirel olabilmek için düzeni kabul etmek ya da devirmeyi tercih etmek.” Kendisi düzeni hep sorgulamış. “Ben yıkabilirim ve tekrar düzenleyebilirim. Biraz anarşizm olmadan eleştiri yapılamaz.” Önünde duran, üzerinde çay, su, kitaplar olan sehpayı gösteriyor; “Önce şu masayı tekmeyle bir devireyim bakalım gibi bir his. Sonra toparlarım.”

Keskin doğuştan solakmış. Ancak çocukken okula gittiğinde adını hâlâ hatırladığı bir öğretmen zorla sol elini bağlamaya başlamış. İki yıl boyunca okuma ve yazmayı yaşıtları gibi öğrenememiş. Ta ki öğretmeni değişene kadar. “Sonra üçüncü sınıfta herhangi bir çocuk oldum,” diyor. Sol elle yazmak gibi doğuştan gelen bir özelliğin o küçük yaşta bastırılmaya çalışmasının bile derin izler bırakabildiğini anlatıyor. Okula, yetişkinlere duyduğu şüphenin miladını buradan başlatıyor. İnsanları, var olan düzeni sorgulamaya ve sarsmaya çalışma ihtiyacı ileriki yaşlarında iyice perçinleşmiş. “Her şey önce yıkılabilir, altüst edilebilir sonra yapılabilir mücadelesiyle yaşadım. Büyüdüğüm aile, içimde bulunduğum çevre, okuduğum okullar, öğretmenler… muhtemelen her birinin bugünkü Birhan olmamda etkileri var.”

Soruyoruz, şiirin anlamını şair mi yoksa okur mu belirler? “Bir metin edebiyat hâline geldikten sonra benden çıkar. Okuyan insanla başbaşa kalır,” diyor Keskin. Dizelere farklı anlamlar yüklenmesine gocunmuyor, aksine. “Şiir orada okur olarak ne bulduğunuzdur. Sizde bir türlü çınlayan, başkasında başka türlü çınlar.”

Şiir bulunduğumuz dünyayı gözlemlemenin yollarından biri aslında. Keskin’e göre edebiyat gibi şiir de soru sorma yeri. “Şiir, okuyan, sorgulayan insanlar için önemlidir” diyor Keskin söyleşide. Bazen Bach’ın barok tınısından bazen de hidroforun takırtısından doğan kâh imgesel kâh kafiyeli, kâh metaforlu kâh yalın sorularla kalıyoruz baş başa. Fakir Kene’nin ilk dizelerinde tembihlediği gibi, şiirlerini ekliyoruz heybemize daha iyi anlamlandırmak için dünyayı.

“Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lâzım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.”