Michon yeni bir anlatı türü yaratıyor
Nurdan Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası adlı kitabında, bir eserin biricikliğini ortaya koyabilmek için ona bir başkasının ışığında bakılması gerektiği fikrinden yola çıkarak farklı bir yol izlemişti ve bunun sonucunda, yazarların-metinlerin birbirlerine ne anlattıkları meselesine odaklanmıştı. Gürbilek'in metinlerine ve yazarlarına yönelttiği bir anlamda "Kimler vardı [siz] burada yoğ iken?" sorusuydu. Bu soru ise yazarların meseleleri üzerinden, yıllar ve coğrafyalar ötesinden de olsa birbiriyle konuşabilmesini sağlamıştı.
Daha pek çok soru yöneltiyordu Gürbilek bu kitabında: Başkaları ne söylerken "o" bize bunu söylemiştir? Aynı soruyu başkası nasıl, "o" nasıl yanıtlamıştır? Başkasının probleminin yerine "kendi" problemini geçirebilmiş midir?
Tüm bu soruların sürüklediği düşünce kanalında karşımıza çıkanlar, hem yazarın meselelerine hem de yazdıklarına daha derinlikli yaklaşılmasını sağlamıştı.
Peki, şu soru da yöneltilemez mi pekâlâ: Metinler, yazarlar, meseleler birbiriyle konuşur da hayatlar, biyografiler, hele ki yazar-sanatçı biyografileri birbiriyle konuşamaz mı?
Bu soruya aklı takılan biri var; Pierre Michon. Orçun Türkay çevirisiyle henüz okur karşısına çıkan kitabı Kralın Bedenleri'nde Michon, bu sorunun peşinden giderek biyografiler üzerinden bir üst metin oluşturuyor ve yazarları, onların kahramanlarını, sanatçıları aynı sayfalar arasında birbiriyle buluşturduğu gibi kendine de onlarla bir konuşma, tartışma alanı açıyor. Ortaya çıkan metin ise gerçek zeminli yeni bir kurmacanın ışıltılarını saçarken aynı zamanda Michon'un farklı bir bakışla kaleme alınmış otobiyografisine dönüşüyor.
Michon'un dünyasından...
Otobiyografiden kasıt; Kralın Bedenleri'nin, Michon'un kendi yaşanmışlıklarından doğmuş bir kitap olması değil. Michon'un yaşamındaki yazarların, onun yaşantısına tuttuğu ışık, diğer anlamıyla düşündürdükleri...
Bu bağlamda Kralın Bedenleri epey ilginç bir kitap fakat Pierre Michon'un yazın geçmişine göz gezdirdiğimizde, bunun kendisi için yeni olmadığını görüyoruz.
Tam on senede tamamladığı, otobiyografik özellikler taşıyan ve 1984'te yayımlanan, Türkçeye "Küçücük Hayatlar" olarak çevrilebilecek Vies Miniscules var örneğin. Michon'un biyografilerle ve otobiyografilerle uğraşmaya başladığı bu kitap, Fransız edebiyatının 1980'lerdeki kült eserlerinden biri olarak gösterilir. Ardından kimileri tarihin gölgesinde kalmış, kimileri ise herkes tarafından tanınan daha büyük hayatlara odaklandı Michon. Fakat her kimi anlatıyorsa anlatsın, biyografiyle uğraşmaya başladığı ilk kitabındaki gibi yaşamların en küçük görülen, en savunmasız sayılabilecek alanlarına ışık tutmaya başladı.
Kralın Bedenleri'nde de bunu görüyoruz. Yazarların dünyasında dolaştığımız yüz sayfayı ancak aşan kalıbında bin türlü hayat barındırıyor ve bu hayatların hepsini, en çıplak görmek isteyebileceğimiz ânıyla yakalıyoruz. Fakat Michon'un bu kitabıyla yapmaya çalıştığına ne biyografi ne de otobiyografi diyebiliriz. Kendince yarattığı yeni bir anlatı türü ve tarzıyla hem kendini hem de dünyasına, dünyamıza dolmuş yazarları anlatıyor Michon.
--- Melisa Bulut, Cumhuriyet Kitap Eki (sf.12), 31 Ocak 2019