Yıkıntılar Arasında: Bugünleri Unutarak Yaşayamayız

12 dakikaya ne sığabilir? Bir duygu, bir felaketin hikâyesi ya da sanatla yaşamı, kurguyla gerçekliği çembere alan soruların hepsi… İstanbul Edebiyat Evi, 7 Ocak 2019 akşamı çok özel bir gösterimde konuklarıyla bir araya geldi. Devletin Diyarbakır’ın Sur ilçesinde sürdürdüğü askerî harekâtın ardında bıraktığı yıkımı ve acıyı konu alan 12 dakikalık animasyon filmi Kavil (Yıkıntılar Arasında) izleyicilerle buluştu. Özcan Alper’in yönettiği ve senaryosunu Murat Özyaşar’ın yazdığı animasyon, prömiyerini geçtiğimiz yıl San Sebastián Film Festivali’nde yapmıştı. Ancak Kavil, Türkiye’de hiçbir festivalde yer almayacak. Filmi merak edenler, şu aşamada bağımsız mekânlarda gerçekleştirilecek az sayıdaki gösterimlerde seyredebilecek.

Kavil, kısacık bir animasyon. Sadece 12 dakikada Sur’da yaşananların izinde bir felaketin nasıl anlatılabileceğine dair birçok soruya dokunuyor. Gerçek tanıklık ne denli mümkün? Acılar henüz taptazeyken hafıza nasıl oluşturulur? Dil nasıl kurulmalıdır? Zulüm nasıl anlatılır? Ya da nasıl anlatmaktan aciz kalınır? “Gırtlağımda bir harf, büyük harf, kapkara,” diyor filmin başrolündeki şair. Söyleyecek çok şeyi var, ama adı Lal. O “hatırlamak için değil, unutmak için” yüksek sesle konuşuyor. Konuşmak zor zanaat, kelimeleri bulmak bu denli külfetli olduğunda. “Sahi, hangi harflerle yazılıyordu öfke?” diyebiliyor ancak, yıkıntılar arasında harabeye dönüşmüş evine ulaştığında.

Öfkeyi anlatmanın imkânsızlığı, duygunun bireyselliği, o duyguyla hemhâl olmanın, empatinin evrenselliği ile kesişiyor. Oyuncu Feyyaz Duman’ın Kürtçe seslendirdiği ve aynı zamanda animasyonda görüntülerin kullanılan bölümleri oynadığı Lal’den tane tane dökülüyor sözcükler. Azlar; öz sayılmazlar ama meramlarını kusurlarında ve tükenişlerinde aramak gerekiyor belki de.

“Metni yazarken temel fikrim şuydu. Düz bir diyalog olmamalı, ama şiir de olmamalı. Şiirin eskizi gibi,” diyor Murat Özyaşar. “Fotoğrafın altı da olmasın, gördüğü şeylerin birebir tercümesini de yapmasın. Bir çağrışım, onda bıraktığı hâller… ama bunu anlatamaması da önemliydi.”

Özcan Alper ise projenin tam 1,5 yıllık bir sürece yayıldığını ve çok farklı bir başlangıç fikrinden yola çıkılarak animasyon fikrine gelindiğini anlatıyor. Sürgünde yaşayan Bask şairi José Sarrionandia’nın şiirlerinden ve dil çalışmalarından yola çıkan farklı yönetmenlerle birlikte bir film teklifi almış. Teklif, Cizre’de, Nusaybin’de, Sur’da ve daha birçok yerde operasyonlar başladığı döneme denk gelmiş. Alper de bu yıkımlara ilişkin bir film yapmak istediğini söyleyince, organizatörler kabul etmiş.

“Önce kurmaca hikâyesi yapacaktım. O dönem Sur’a gittik ve girmenin mümkün olmadığını gördük. Sonra da senaryoyu tamamen değiştirme kararı aldım ve animasyon yapma fikri ortaya çıktı,” diyor Alper. Bunun üzerine Özyaşar da projeye dâhil oluyor ve metni birlikte yeniden çalışmaya başlıyorlar. “Bir felaket yaşanıyor ve filmdeki şair karakteri gibi süreci dışarıdan izliyoruz. Biz ne kadar hissetsek de anlamaya çalışsak da içeride değildik. Şair karakter aracılığıyla, onun izlenimleriyle belki sadece tanıklık edebiliriz dedik.”

Özyaşar ise, Zabel Yesayan’ın filme adını veren Yıkıntılar Arasında anlatısı ve Marc Nichanian’ın Kriz ve Edebiyat adlı metni başta olmak üzere konuyla ilgili literatürü yeniden okuduklarını söylüyor. Sonunda ortaya kendi tabirleriyle “gerçekliği bozup kendi içerisinde gerçeklik yarattıkları” bir senaryo çıktı. “Bu hem kurmaca hem belgesel. Kesiştiği, ayrıldığı yerler var. Bu film bizim de bir arayışımız oldu. ‘Öfke hangi harflerle yazılıyor’ cümlesi beni ilgilendirdi. Tamamlanmış bir şey gibi düşünmüyorum,” diyor Özyaşar.

Alper de Özyaşar’ın sözünü ettiği arayış doğrultusunda farklı bir yaklaşım benimsediklerini söylüyor. “Sanatla ilgileniyorsanız şu daha fazla oluyor: Her şeyi anlatacağım meselesi dert olabiliyor. Süzmek, azaltmak ve başka bir perspektiften anlatmak daha zor. Ama çoğu zaman başarılı örnekler de bunlar oluyor.”

Senaryo önce Türkçe olarak yazılmış ardından da çevirmen Lal Laleş tarafından Kürtçeye çevrilmiş. Sonra altyazılar için Kürtçe tekrar, çeviri üzerinden Türkçeye adapte edilmiş. Sözlerin, tasvirlerin seçilerek kullanılması, animasyon boyunca devletin operasyonunu tasvir eden görüntülerdeki sessizliklere de ayrı bir anlam katıyor. Şairin evine yolculuğu sırasında hissettiklerine temas etmeyi ve onlarla özdeşliği mümkün kılıyor sessizlikler. Kavil 12 dakika boyunca bir gerçekliği kabul ettirmekten ziyade bir duyguyu hissettirmeye yöneliyor. Zira animasyon, yaşanan bütün olguları aktarma ve Sur’daki insanlarla özdeşlik kurdurma iddiasını taşımıyor. “Biz ne kadar hissetsek de anlamaya çalışsak da içeride değildik,” diyor Alper. Bu düşüncenin senaryoyu oluştururken kendilerine rehberlik ettiğini söylüyor. “Daha çok anlatının kendisini nasıl kuracağımız üzerine kafa yormaya başladık. Ve şair karakter aracılığıyla, onun izlenimleriyle belki sadece tanıklık edebiliriz dedik.”

Bu yaklaşım da bir toplumsal felaketle ilişkimize yeni bir kapının aralanmasını sağlıyor. “O kadar olgularla uğraşmak zorundayız ki, o olgulardan kurtulup içsel meselelere çok fazla gelemiyoruz,” diyor Alper. Türkiye’de arşivlerin yetersiz olduğunu ve karşı hafıza çalışmalarının genişlemesi gerektiğini vurgularken, bir felaketi anlatırken biraz da mesafe koyma ihtiyacına da değiniyor. “Bazen unutmak ve seyretmek gerekir” diyor. Animasyondan Lal’in şu sözleri yankılanıyor sanki: “Bugünleri unutmadan yaşayamayız ama bugünleri unutarak hiç yaşayamayız.” Hep hatırlayarak yaşayamayız ama hafızasız hiç yaşayamayız.