Ingela Nilsson

Lena Pasternak

Yasemin Çongar

Kıraathane’den yeni program: Gotland’da Üç Hafta

Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi olarak, İsveç’te üç kurumla ortaklaşa yeni bir program başlatıyoruz. Bu program kapsamında Türkiye’den her yıl dört yazar Baltık denizindeki Gotland adasında misafir edilecek.

İlk dönemi 2022 ilkbaharında, ikinci dönemi 2022 sonbaharında uygulanacak olan programa katılmak için başvuruları 1 Kasım 2021'den itibaren kabul etmeye başladık.

Kimler başvurabiliyor?

Yayımlanmış en az iki kitabı bulunan yazarlar ve şairler; en az iki kitap çevirisi yayımlamış olan çevirmenler; en az iki kitabı yayına hazırlamış olan editörler.

İngilizce, Fransızca, Almanca veya İskandinav dillerinden birini iyi derecede bilmek tercih nedeni olacak.   

Nasıl başvurulacak?

“Gotland’da Üç Hafta” programına katılmak isteyen ve yukarıdaki kriterlere uyan yazar, şair, çevirmen ve editörlerin programa niye katılmak istediklerini anlatacakları 500 kelimeyi geçmeyecek bir metinle birlikte kısa özgeçmişlerini, yayımlanmış kitaplarının listesini, hangi dönemde Gotland’da bulunmayı tercih ettiklerini ve iletişim bilgilerini info.kiraathane24@gmail.com adresine göndermelerini rica ediyoruz.

İlkbahar 2022 dönemi için son başvuru tarihi 24 Ocak 2022. Sonbahar 2022’de seyahat etmek isteyenler ise 1 Mart 2022’ye kadar başvurabilirler.

Başvurular Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi adına Orhan Koçak, Nilüfer Kuyaş, Mesut Varlık, Yasemin Çongar ve Mustafa Arslantunalı’dan oluşan bir kurul tarafından değerlendirilecek.

Programla ilgili ayrıntılar

"Gotland adası nasıl bir yer, Gotland'da üç hafta geçirecek olan yazarların orada ne yapması bekleniyor" gibi soruları yanıtlayabilmek için bir söyleşi gerçekleştirdik.

Programı birlikte yürüteceğimiz kurumlardan Baltık Yazarlar ve Çevirmenler Merkezi’nin direktörü Lena Pasternak ve İsveç Araştırma Enstitüsü’nün direktörü Ingela Nilsson ile İstanbul Edebiyat Evi’nin kurucu direktörü Yasemin Çongar Zoom üzerinden konuştu. Bu konuşmayı YouTube kanalımızda izleyebilir, konuşmanın tam dökümünü aşağıda okuyabilirsiniz.

 

Yasemin Çongar: Merhaba, Ingela ve Lena. Sizleri görmek harika. Bize katıldığınız için teşekkür ederiz. Az önce Türkçe birkaç kelimeyle, bizlerin üç kurum olarak, aslında belki İsveç Yazarlar Birliği’ni de katıp dört kurum demeliyim, dört kurum olarak bu programı başlatmaktan büyük heyecan duyduğumuzu söyledim. 

Bildiğiniz gibi bu programa “Gotland’da Üç Hafta” adını verdik. Türkiye’den, ve ümit ederim ki Türkiye’nin farklı yerlerinden yazarların, senede dört yazar olmak üzere, Türkiye’den Gotland Adası’na seyahat etmelerini içeriyor bu program. 

Az sonra Gotland’dan bahsedeceğiz ama ben Ingela’yla başlamak istiyorum. Ingela Nilsson’la.

Ingela, seni görmek çok güzel. Şimdi fark ettim ki şu anda sen de İstanbul’dasın. Aslında komşu sayılırız. Burada, bilgisayarın karşısına birlikte geçebilirdik. Ama seni ekranda da olsa görmek güzel.

Senin Uppsala’da Bizans ve Yunan Araştırmaları Profesörü. Olduğunu biliyorum. Ama tabii seni burada İstanbul’da, İsveç Araştırma Enstitüsü Direktörü olarak tanıdım ben ve düzenlediğim birçok etkinliğe katılma şansım oldu. Lütfen bugün bizi izleyenlere kim olduğunu, ne yaptığını, İstanbul’da neler yaptığını anlat. Seninle biraz daha iyi tanışmamızı sağla.

Ingela Nilsson: Evet, beni konuk ettiğin için teşekkür ederim. Bu yeni program konusunda o kadar heyecanlıyım ki. Beni çok mutlu ediyor. Nerdeyse üç yıldan beri İstanbul’dayım. Ne yazık ki buradaki zamanımın sonuna gelmiş bulunuyorum. Burada İsveç Araştırman Enstitüsü’nün Direktörü olarak bulundum. 

Burası, İstanbul’da, Türkiye’de ve daha geniş anlamıyla bu bölgede araştırma yapması gereken İsveç ve diğer kuzey ülkelerinden akademisyen ve öğrenciler için kurulmuş küçük bir enstitü. Aynı zamanda Türkiyeli ve kuzeyli akademisyenlerin iş birliği yapabilmesi için de bir platform. 

Senin de söylediğin gibi, bu enstitüyü yönetmediğim zamanlarda Uppsala Üniversitesi’nde Bizans ve Yunan Araştırmaları Profesörü’yüm. Bu kulağa pek edebiyatla ilgili bir işmiş gibi gelmeyebilir. Ama ben bir edebiyat akademisyeniyim. Hikâye anlatıcılığıyla, kurmacayla çok yakından ilgiliyim.

Ve buradayken, bunlarla, benim kendi ilgi alanlarımla Enstitü’deki çeşitli etkinlikleri buluşturabilmek ve zaman zaman da Kıraathane’yle işbirliği yapabilmek gerçekten güzel oldu. Ve ben buradayken yapmayı başardığımız işlerden biri İsveçli yazarlar için bir misafirlik programı başlatabilmek ve onların üçer haftalığına İstanbul’a gelip kalmalarını ve burada çalışmalarını sağlayabilmek oldu. 

Pandemi nedeniyle tabii ki bu program kesintiye uğradı ama umuyorum ki gelecek sene yeniden başlamış olacak. 

Ve nihayet bunun iki taraflı bir program olmasını, Türkiyeli yazarların da Gotland’da konuk edilmesini, Baltık Merkezi’nde, Lena’nın sayesinde sağlayabildiğimiz için çok mutluyum. Sanırım bu kadarı şimdilik yeterli olur.

YÇ: Elbette. Sana dönüp buraya gelen İsveçli yazarların katıldığı programla ilgili bir iki soru soracağım, belki o deneyimden de öğrenebileceğimiz şeyler vardır. Fakat şimdi Lena’ya dönmek istiyorum.

Lena Pasternak bize Gotland’dan, Türkiye’den gidecek yazarları da konuk edecek olan Baltık Yazarlar ve Çevirmenler Merkezi’nden katılıyor.  

Lena seni görmek harika, programa hoş geldin. Bize biraz kendini anlat. Baltık Merkezi’nin neler yaptığını anlat.

Lena Pasternak: Sizlerle olduğum ve bu heyecan verici programı başlattığımız için çok mutluyum. Türkiyeli yazar ve çevirmenleri burada konuk etmeyi de gerçekten sabırsızlıkla bekliyorum.

Kendimden birkaç kelimeyle söz edeyim. Burada uzun bir süreden beri Baltık Yazarlar ve Çevirmenler Merkezi’nin Direktörü olarak çalışıyorum. Gotland Adası’nda ve bazen kısa süreler için de Stockholm’de yaşıyorum. Burada yaşamaktan çok memnunum. Eskiden, Gotland turistler için çok popüler bir yer olduğundan buraya gelirdim, tatillerde ev kiralardım ve Stockholm’e dönerken hep üzülürdüm. Feribota bindikten sonra dönüp arkaya bakar ve “Ah, keşke burada yaşasam!” derdim. Ve sonra hakikaten de burada yaşamaya başladım.

Aynı zamanda, Gotland kültüre, uluslararası ilişkilere ve eğitime çok yatırım yapmaya başlamıştı ve eğitimciler işe alınıyordu. Ben de burada ders vermeye başladım. Çeviri dersleri veriyordum, ayrıca Rusça, Rus Edebiyatı  ve İngilizce öğretiyordum. Çünkü benim eğitimim bu alanlardaydı; Rusça ve İngilizce okumuştum ve çeviriler yapıyordum. 

Belki sizlere burada, bulunduğum yerden biraz söz edebilirim. Arka planımda merkezin, Baltık Yazarlar ve Çevirmenler Merkezi’nin kütüphanesi var. Burada iki binamız bulunuyor. Merkez 1993’ten bu yana faaliyet gösteriyor. Peki, neden buradayız? Gotland adı verilen bu adada ve buradaki tek şehir olan Visby’de?

Visby şehrinin Ortaçağ’a uzanan, hatta Ortaçağ’dan daha gerilere giden bir geçmişi var, bir Viking geçmişi var.

YÇ: Fakat Lena, tarihe geçmeden ve şehri daha ayrıntılı bir tarifini yapmadan önce, bize bu adanın nerede olduğunu söyler misin? Okulda, coğrafya dersinde iyi olmayanlarımız için anlatalım: Gotland nerededir?

LP: Gotland Baltık Denizi’nin ortasındadır. Baltık Denizi’ne gelince… Bu denizin etrafında esasen 13 ülke bulunuyor. 1990’ların başında bu ada gerçekten de “denizin tam ortasında” bir hal aldı ve bu da dünyada olup bitenlerden kaynaklandı. Demokratik süreçler gerçekten hızlanmıştı. Rusya’da glasnost ve perestroyka gerçekleşiyordu. Baltık ülkelerin yeniden bağımsızlıklarına kavuşuyorlardı. Bütün bunlar Avrupa’da umudu ve iyimserliği yükseltti ve bir açılım başladı. Ve İsveç’in bu en büyük adası birdenbire Batı’nın Sovyetler coğrafyasına bakan bir ileri karakolu olmaktan çıkıp denizin tam ortasına bir hâl aldı. Bu çok anlamlı bir gelişmeydi. Bütün bu ülkelerdeki yazarlar ve çevirmenler birbirlerini aramaya başladılar, gerçek bir konuşma süreci, temas, diyalog başlattılar. Hep birlikte bir gemiye bindiler ve Baltık Denizi’nde gezmeye başladılar. İki hafta boyunca…

YÇ: Ben bunu okumuştum. “Baltık Dalgaları” Programı değil mi bu?

LP: Evet, aynen öyle. Bu iki evi kapsayan merkezle ilgili ilk fikrin bu gemide, yaratıcı insanların kolektif düşüncesinden doğduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla siyasi bir karar ya da yerel bir girişim değildi, yazarların ve editörlerin kendilerinin kararıydı, o gemiyi, o yolculuğu hep birlikte devam ettirmek ve belki de bir yere demirlemek istediler. O Baltık Denizi yolculuğu sırasında bu adaya geldiklerinde, büyülendiler, adaya âşık oldular, bu merkezi, bu evi yan yana çalışabileceğimiz, birbirimizle buluşabileceğimiz, konuşabileceğimiz, birlikte bir şeyler yapabileceğimiz bir yer olarak seçtiler.

YÇ: Bu çok etkileyici. Tabii, Baltık ülkelerinin karşılaşmasından bahsettiğimizde aynı zamanda dillerin de bir araya gelmesinden söz ediyoruz. İskandinav dilleri, Slav dilleri, bir yanda Estonca bir yanda Rusça… Birbirinden çok farklı diller.  

LP: Bölgedeki slav dilleri sadece Rusça ve Lehçe. Ural dillerinden Estonca ve Fince var. Baltık dilleri olarak Letonca, Litvanca var. Sonra Cermen dilleri var, dediğiniz gibi İskandinav dilleri var. Daha da genişletebiliriz hatta. Aslında tam da burasının başladığı gibi, kökleri bu bölgede olan ama bütün dünyaya açık bir bakışla…

YÇ: Evet! Sana misafir yazar programı konusunda dönmek istiyorum ama daha önce Ingela’ya bir soru sormak istiyorum. Zira kendisinin de söylediği üzere, İstanbul’da İsveçli yazarları konuk eden bir programı yönetiyor bir süredir. Ingela, bize o yazarların deneyimlerinden bahseder misin? İstanbul’a gelip ne yapıyorlar? Ve bu program gerek İsveç Araştırma Enstitüsü gerekse tek tek yazarlar açısından nasıl bir değer taşıyor?

IN: Bence bu kişiden kişiye çok değişiyor. Şu âna dek İstanbul’a gelen altı yazarımız oldu. Şairler, romancılar, çevirmenler vardı ve tabii birçoğu da bu farklı faaliyetlerin birleştiren insanlar. Aynı zamanda, iki edebiyat eleştirmeni ve gazeteci misafirimiz de oldu. Bazılarının çok spesifik projeleri vardı, bir şey yazmakta oldukları için buraya gelmişlerdi. İçlerinden birinin bir Gotland bağlantısı da vardı; Agneta Arnesson Westerdahl buraya bir roman için araştırma yapmaya gelmişti, Ortaçağ’da Konstantinopolis’e gelen seyyahlarla, Viking seyyahlarla ilgili bir roman yazıyordu. Diğerleriyse sadece farklı bir deneyim yaşamak için gelmişlerdi. İstanbul o kadar deneyim ve izlenim zenginliği sunan, o kadar çok şeyin olup bittiği bir yer ki… Aslında tek bir şehir de değil, iç içe birçok şehir. İstanbul’da uzun bir yürüyüş yapmak bile insana üzerinde düşünecek, yazacak bir konu veriyor. Gösterdikleri tepki kişiden kişiye çok değişti. Bence İsveçli yazarların İstanbul’a gelmesi ve bazen neredeyse bir şok yaşamaları, sadece bir Cumartesi günü öğleden sonra İstiklal Caddesi’nde yürüyerek bile bizim en büyük şehrimiz olan Stockholm’le bunu kıyaslamanın şokunu yaşamaları ile Türkiye’den Gotland gibi sakin, huzurlu bir yere gitmek arasındaki tezatın da başlı başına ilginç olacağını düşünüyorum. Bu açıdan birbirinden tamamen farklı deneyimler yaşamış olacaklar. 

YÇ: Bu programı kişisel olarak benim, ekip olarak da bizim açımızdan cazip kılan şey de bu aslında; bu tezat. Nerdeyse bir kaçış duygusu da veriyor insana. Türkiye dediğimiz bu sorunlar yumağından kaçıp, tabiata, çok daha sakin bir şehre gitmek ve düşünmek, olan biten üzerine düşünüp taşınmak… Gotland’a hiç gitmemiş biri olarak, bu deneyim benim gözümde böyle canlanıyor. Lena, sen bize Gotland’a gelen yazarların ne deneyimlediklerini anlatır mısın? Türkiye’den ziyaret eden hiç yazarınız oldu mu bilmiyorum ama Türkiye’den veya başka yerlerden olması fark etmiyor, misafir ettiğiniz yazarların ilk tepkileri ne oluyor? Genellikle oradaki zamanlarını nasıl geçiriyorlar? 

LP: Türk yazarları misafir etme şansımız da oldu. Gündelik hayatta burası sakindir ve tiryakilik yaratır. Gerçekten, birçokları ilk ziyaretleri sonrasında buraya tekrar geliyor. Çünkü burada insana bir şey oluyor, aynen dediğin gibi, derinlemesine düşünmeye dayalı bir şey. Kendini yeniden bulmak gibi. Aynı zamanda, yazarlar kendi yazma süreçlerinde de yeni bir yol buluyorlar. Dolayısıyla bu yazarları misafir ediyorsunuz ve sonra onlar kendileri buraya geri geliyorlar. Burası bir vaha gibi çünkü aynı anda evde 10-11 kişiyi misafir ediyoruz, böylece minyatür bir dünya, kendi içinde bir kozmos oluşuyor. 

Şehrin kendisi de mevsimlere göre değişiyor. Burası İsveç’in çok popüler bir yazlık tatil yeri aynı zamanda. Yazın burada çok insan oluyor. Sonbaharda ve yılın diğer bölümlerinde daha sakin. Şehir tenha olabiliyor ama eve dönüyor ve burada farklı ülkelerden gelmiş bütün o insanları görüyorsunuz. Mutfakta ya da koridorlarda tür uluslararası topluluğun içindesiniz. Ama aynı zamanda kendinize ait bir yeriniz var. Ve evde yapmanız istenen hiçbir şey yok. Belli bir saatte belli bir yerde olmanız gerekmiyor. Herkes burada kendisine göre yaşamanın yolunu buluyor ve kendi rutinini belirliyor. Belki bazıları gece çalışıyor, belki bazıları gündüzleri uyuyor ya da akşamları… İnsanlarla buluşabilirsiniz veya tamamen kendinizi izole edebilirsiniz. Evden çıkıp yalnız bir yürüyüş yapabilirsiniz. Şehir hayatı bütün yıl devam ediyor. Dükkânlar var, sinema var. Şehrin bütün ilginç yapıları, lokantalar, kafeler kışın da açık. Ve de surların içindeki bu güzel tarihî şehir var. Uppsala Üniversitesi’nin parçası olan Gotland Kampusu’nda arkeoloji çok ilgi gören alanlardan biri ve burada Bizans döneminden ve başka zamanlardan kalma eserler için kazı yapılıyor.  İlkbaharda bu kazılar yapılıyor, küçük ya da büyük yeni hazineler bulma ümidiyle saha çalışması sürüyor. Bunlar bazen Konstantinopolis’e yapılmış seyahatlerden kalma olabiliyor, bazen başka yerlerden… Bu açıdan çok bağlantıları olan bir yer. Bu çok ilginç tarihin ve yerin yansımaları Odysseia’da da var. Burası çok özel bir yer.

YÇ: Çok cazip geldiğini söylemeliyim. Geleneksel olarak, misafir yazarların katılması zorunlu olan programlar, konferanslar, konuşmalar oluyor mu?

LP: Hayır, zorunlu olan bir şey yok. Biz düzenli olarak halka açık toplantılar, okumalar gerçekleştiriyoruz. Bunu da hep kendi aramızda konuşarak yapıyoruz, çünkü belki de akşam bir şey yapmak istemiyorsunuzdur veya çalışmanızı bölemezsiniz. Ama böyle okumalar yapıyoruz. Bazen daha büyük projeler de gerçekleştiriyoruz, seminerler, çeviri seminerleri veya şiir festivalleri gibi misafir yazar programına paralel etkinlikler.

YÇ: Türkiye’den gidecek yazarlar için de bu geçerli olacak. Başvurup gitmek üzere seçildikleri takdirde, orada geçirecekleri zamanı nasıl istiyorlarsa öyle düzenleyebilecekler; yazabilirler, dinlenebilirler, sosyalleşebilirler, isterlerse daha içe dönük bir vakit geçirebilirler. Bu onlara kalmış bir şey. Bence bunu bilmek de güzel. Ingela’ya sormak istiyorum, çünkü o bu programın mimarı, sanırım bu fikir ilk onun aklına gelmişti, zira bizi, Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’ni tanıyordu, tabii, Baltık Merkezi’ni biliyordu ve burayı gelen İsveçli yazarların ziyaretlerinden de deneyim edinmişti, bunun bir tür muadili olan programı şimdi Gotland’da onun sayesinde başlatıyoruz. 

Ingela, bu programa başvurmak isteyenlere neler söylemek istersin? Sana soruyorum çünkü Türkiye’deki yazarlar, şairler, çevirmenlerle de çok deneyimin oldu ve Türkiye’deki kültürel hayat hakkında daha çok şey biliyorsun. Başvuracaklara ne dersin, ne tavsiye edersin, bu işi yapıp, Gotland’a gitmelerini onlar için ilginç kılabilecek nelere dikkat çekmek istersin?

Ingela?

IN: Gotland’da üç hafta geçirmenin Türkiyeli yazarlar için, İstanbul’da üç hafta geçirmenin İsveçli yazarlar için olduğu kadar faydalı olacağını ümit ediyorum. Beklenmedik karşılaşmalara ve konuşmalara açık olacaklarını umuyorum. Zira bence insanları yeni bir ortamda bir araya getirdiğinizde heyecan verici olan şey budur. Gotland’daki Baltık Merkezi, Lena’nın da bahsettiği üzere, Baltık Denizi’ne kıyısı olan bunca ülkenin dilsel ve kültürel farklılıklara rağmen bir araya geldikleri bir yer. İtiraf edeyim, ben Baltık Merkezi’ne hiç gitmedim ve sakin bir yer olduğundan, çok çok sessiz olduğundan, yazarların tek başına kalıp yazabileceğinden söz ettik ama bana göyle geliyor ki burası aynı zamanda kendini karşılaşmayı asla beklemeyeceğin biriyle konuşurken bulabileceğin bir yer. 

YÇ: Kesinlikle.

IN: İnsanların farklı bir deneyim yaşamak için başvurmalarını öneririm.

YÇ: Evet, bunu söylemen iyi oldu çünkü insanları bir yerlerdeki ıssız bir adaya gönderdiğimiz gibi izlenim oluşmasını da istemiyorum. Buradaki fikir insanlara bir Robinson Crusoe deneyimi yaşatmak değil. 

Lena, sen misafir yazarların bir şey yapmalarının gerekmediğini söyledin. Fakat biz bu programı tasavvur ederken biraz araştırma yaptım ve, mesela, Afrikalı yazarlar bir kitap yapmışlar. Programınızın parçası olarak Gotland’ı ziyaret eden Afrikalı yazarlar. Şimdi adını hatırlamaya çalışıyorum, “The Pod” (Koza) adında bir kitap. Sanırım adı “Pod”dı, sen biliyorsundur bunu. Bir öykü kitabı. İngilizce olduğu için okuyabildim. Çok etkileyici bölümler vardı içinde, Gotland’ı ziyaret etmiş, farklı Afrika ülkelerinden yazarlar kaleme almıştı.

LP: Evet, aynen öyle. Ev sahipleri olarak bizim için de çok etkileyici bir deneyimdi. Çok ilginç bir projeydi ve bunu bizler gerçekleştirdik. Zira bizler buradayız ve burada yürüttüğümüz profesyonel bir faaliyet var. Ev bu açıdan hem bir kaynak hem uluslararası düzeyde farklı kurumlar arasında bir bilgi ve iletişim merkezi rolü oynuyor. Dünyadan edebiyat evleri var, merkezler var, her türlü kurum var. Aynı şekilde ulusal düzeyde de. Ve Gotland’da da kütüphane ve diğer merkezleri bir araya getiriyor. Öte yandan yazarlar da kendi aralarında iş birliği kurabiliyorlar. 

Bu proje çok ilginçti, bir dergiyle, İsveçte çıkan bir dergiyle ve diğer bazı kurumlarla, Uganda’daki bir kadın yazarlar örgütüyle iş birliği halinde gerçekleştirdik. Onlar, açık bir çağrı yaptılar. Afrikalı kadın yazarlar bu çağrı kapsamında onlara başvuruda bulundular. Buraya gelip yarım aylığına bir atölyeye katılmak için başvuru yaptılar. İsveçli yazarlar da vardı, Londra’dan gelen bir mentörleri vardı. Sonuçta çok farklı geçmişlerden, birikimlerden insanlar buluştu ama hepsinin ortak bir meselesi vardı: yazmak. Konu buydu ve çok etkileyiciydi.

Bu anlamda merkez farlı türdeki iş birliklerine, dünyanın her yerinden yazarları misafir etmeye, bu tip iş birlikleri başlatmaya ve geliştirmeye, konferanslar, seminerler düzenlemeye gayet açıktır. Dolayısıyla, burada her zaman bir şeyler olup bitmektedir. Evet, sessiz, sakin ve huzurlu ama sonra belki de bir seminerin içinde bulabilirsiniz kendinizi ya da her neyse.

YÇ: Şimdi biraz da Türkiyeli yazarlar programı hakkında bir şeyler söyleyeyim. Hazırlıkları halen sürüyor, fakat bu konuşmayı yayınladığımızda, aynı zamanda bir metin de yayınlayacağız ve başvurular için ilk çağrımızı yapmış olacağız. Şu andaki yaklaşımımız, bu programda, ilkbaharda ve sonbaharda olmak üzere, iki sezon planlayacağımız şeklinde. Bu sezonların her birinde Türkiye’den iki yazar Gotland’a gidiyor olacak, dolayısıyla yılda dört yazar. Başlangıç için bence bu çok heyecan verici. 

Burada “Kime yazar diyoruz” sorusu sorulabilir. Anladığım kadarıyla, İsveç Yazarlar Birliği’nin bir tanımı var: Yazar tanımını, ticari olarak yayımlanmış en az iki kitabı olan kişiler için kullanıyorlar. Biz de programda bu tanımı kullanacağız. Ancak “yazar” tanımında şu anlamda esnek olacağız: Sadece bir kitabın “yazarı” olmak değil, çevirmeni olmak da dikkate alınacak. Yayımlanmış iki çeviri kitabı olan çevirmenler de başvurabilecek. Hatta editörler de, şayet en az iki kitabın künyesinde adları editör olarak yer alıyorsa programa dahil olabilecekler.

Diğer yandan, kurmaca veya kurmaca-dışı kitapların yazarları, şairler, oyun yazarları… hepsi kapsama dahil. Dolayısıyla geniş bir yelpazemiz var. Ve elbette her yaştan başvuruculara açık bir program. Umuyorum ki bütün şehirlerden başvurular olacak, sadece İstanbul’dan değil. Türkiye’nin her yerinden farklı dilleri olan, anadilleri farklı yazarlara da açık olduğunu söylemek istiyorum.

Afrikalı yazarların bu kitabını gündeme getirdim, çünkü biz de Türkiye’den Gotland’a gidecek yazarların bir şey yazmayı da kabul edip etmeyeceklerini sormak istiyoruz. Tabii, kendi yazdıkları şey üzerinde çalışmaya devam etmek isterlerse, bu harika ve ben genellikle böyle olacağını da düşünüyorum. Fakat belki bazıları bu program için bir nevi “Gotland güncesi” bölümleri yazabilirler ve eğer arzu ederlerse biz de bu yazıları burada K24’te yayınlayabilir veya onları yayınlayabilecek başka mecralar önerebiliriz. Sonuçta, oradaki deneyimden bir şeylerin buraya da dönmesini istiyoruz. Gotland’ı ziyaret edip geri gelen yazarların, İstanbul Edebiyat Evi’ne gelip deneyimlerini burada paylaşabileceklerini de hayal ediyorum. Böylelikle başkaları da bu programdan daha fazla haberdar olacaklardır.

Bugün konu etmemiz gereken, insanların bu programa başvurmasını teşvik etmek veya belki de olası soruları yanıtlamak adına burada söylememiz gereken başka bir şey var mı?

IN: Ben bir şey söyleyebilir miyim?

YÇ: Lütfen.

IN: Bu daha önce düşündüğüm bir şey. Yazmak, insanları çok farklı şekillerde birbirine bağlıyor. Senin de söylediğin gibi, biz araştırmacı olabiliriz, gazeteci olabiliriz, çevirmen, editör veya şair olabiliriz. Hiç farketmez. Çünkü hepimiz yazıyoruz. Kendimizi yazarak ifade ediyoruz. Temel olarak aynı şeyle ilgileniyoruz. Bence farklı türlerdeki yazma deneyimleri arasındaki bu karşılaşmalar da bu tip  bir ortak çalışmada çok önemli.  

YÇ: Güzel söyledin. Sana katılıyorum. Bu senin de bildiğin gibi bizim Edebiyat Evi’nde de giderek daha fazla yapmaya çalıştığımız bir şey. Bu programın kişisel olarak beni heyecanlandırmasının bir nedeni de bu.

Ve Lena, son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

LP: Evet. Ingela’nın da dediği gibi… Bu merkezin belki de asıl özelliği, yazarların kendilerinin yazmasından başka bir önceliğe sahip olmamamız. Burası onların evi. Ama aynı zamanda hem yazarların hem çevirmenlerin evi. Bu da belki özel bir durum. Çünkü başka yerlerde, yazar evleri,  çevirmen evleri olabiliyor ya da bazılarına öncelik verilebiliyor. Ama burada, bu gruplar arasında hiçbir mesleki öncelik yok. Zira yazarlık da çevirmenlik de işi kelimelerle olan meslekler. Ve senin dediğin gibi, burada düzyazıya, şiire, tiyatro oyunlarına, denemelere açığız. 

Tabii, burası İstanbul’a, Türkiye’deki başka şehirlere, hatta kırsal kesime de benzemiyor ama farklı bir deneyim sunuyor. Ve sadece İsveçli değil, diğer ülkelerden yazarlarla da temas imkânı sağlıyor. 

YÇ: Evet, tabii gidenler bir grupla birlikte olacaklar. Bunu vurgulamalıyız. Oradayken başka dillerden ve ülkelerden yazarlarla karşılacaklar. Bu da deneyimin bizatihi bir parçası. 

Bitirirken belki şunu da söylemeliyiz, bu program için belirlenmiş zaman dilimleri yok, öyle değil mi? Esnek bir program. Adaylar bize başvurduklarında, evet sonbaharda iki, ilkbaharda iki kişi gidecek ama hangi aylarda, hangi haftalarda gidecekleri konusunda esneğiz.

LP: Evet. Ve seyahati planlarken gerekirse yazarla veya çevirmenle doğrudan temas kurarak tarihlere karar verip onlara tavsiyede bulunabiliyoruz.

YÇ: Peki. Biz bu işe başlıyoruz, ilk çağrıyı yapacağız ve umarım Türkiye’den farklı yaşlardan, farklı türde yazan, anadilleri farklı olan çok sayıda yazar başvuruda bulunur. 

Bu konuşma için sizlere çok teşekkür ederim. Ümit ediyorum ki, bu program süresince bunun gibi daha nice konuşma yapacağız.

Bunu ilk düşünen, bu fikri ilk ortaya atan Ingela Nilsson’a özel olarak teşekkür ediyorum. Ve Lena Pasternak, sana da çok teşekkür ediyorum. Tanıştığımıza çok sevindim. Ve günün birinde sizlerle İstanbul’da ve ayrıca Gotland’da da hep bir arada olabilmeyi umuyorum. 

LP: Rica ederim. Bu iş birliğini başlattığımız için çok çok mutluyum ve Türkiyeli yazarları Gotland’da ağırlamayı sabırsızlıkla bekliyorum. 

YÇ: Çok teşekkürler. Hoşça kalın.