Bejan Matur: Şiir sahici olduğunda sizi dönüştürür

İstanbul Edebiyat Evi’nin şiir konuşmalarında şiirin en önemli seslerinden Bejan Matur, Ömer Erdem’in konuğu oldu. Matur’un kendi hikâyesinin ve kültürünün esintilerini taşıyan şiiri bugüne kadar 26 dile çevrildi. Şiirini Kürt ve Alevi köklerinden beslenen seslerle, dokularla ve imgelerle kurması, Brezilya’dan Sri Lanka’ya ve Çin’e kadar birbirinden çok farklı kültürlere sahip insanlara ulaşmasını ve dokunmasını engellemedi.

“İnsanın hikâyesi ortaktır,” diyor Matur. Şiirlerini farklı dillerde okuyan insanların da onda “kendilerini hatırlatan çok temel, çok yalın, benzer bir şey” gördüklerini düşünüyor. “Sanat dediğimiz şey çağına göre o evrenseli yakalayandır, ama bir yerden ilham alıp, bir yere pergelin ucunu bırakıp oradan daha geniş olanla ilişki kurar. Ve onu kurmayan da başkalarına ulaşmaz. Gerçek sanat, sahici olan, o öze sahip olan ve onu koruyandır.”

Matur, kendisini bir göçebe olarak tanımlıyor. Ailesinin 1920’li yıllarda tarıma başlayana kadar göçer olduğu için bu ruh hâlinin şiirine de geçtiğini söylüyor. Bu duyguyla da doğduğu, yaşadığı hayatın dışına çıkmayı, sürekli genişlemeyi kendine pusula edindiğini anlatıyor. “Alanın dışına çıkmak zorundasın, çıkmazsan yaptığın folklordur, kapalıdır ve başka bir ruhta bir dönüşüm yaratmaz. Bir aşkın duygu oluşturmaz.”

İsveççe çıkan kitaplarını yayımlayan editörü Matur’u, Yunan mitolojisinde Kassandra’ya benzeterek şiirlerinin dilini “gelecek felaketleri sezen, onları durdurmak için çığlık çığlığa bağıran, kalbini ortaya koyan ama önleyemediği için bunun hüznünü çok derinden yaşayan bir dil” diye tarif etmiş. Sese dayalı, çevirmesi zor bir şiir yazmasına rağmen bu denli yankı görmesinin ilk başlarda onu da şaşırttığını itiraf ediyor. “Şiir kendi yolunu açtı, ben onun kanatlarında, peşinden gidiyorum. Ondan önde değilim. Kendimi hiçbir zaman da öne koymadım. Şiir o açıdan varoluşumun temeli, özü.”

“Politik şiir dönüştürmekle ilgili”

Matur, şiirinin felsefesini “dört elementle” kurduğunu, zamana, gündelik hayata ya da kendi tabiriyle “medya diline” ait ifadeler ya da cümlelerden bilhassa kaçındığını söylüyor. Ancak politik terminoloji asla kullanmamasına rağmen şiirinin son derece politik olduğunu da ekliyor. Zira, Matur’a göre politik şiir yazmak sahiciliğini korumakta gizli. “Çünkü politika bana göre dönüştürmekle, aşkın bir duygu yaratmakla, değmekle ilgili bir şey. Politik olan sana gelip değdiğinde ve çarptığında sen artık aynı insan değilsin. Şiirin böyle bir gücü var Sahici bir şiirse insana, ruha çok derinden bir etki eder.”

Matur sloganlarla yazılan şiirlerin aslında “apolitik” şiirler olduğunu savunuyor. “Onlar değişimi yapmazlar, provoke ederler, coştururlar, popülist bir tarafları vardır. Ama sonuçta değişmezsin,” diyor Matur. Buna karşın, Matur’un “sahici bir şiir” olarak kast ettiği ise insana başka şeyler gösteren, belki de yeni ufuklar açan bir şiir. “Politik şiir karanlık bir şeyin üzerine projektör tutar. Bunu politik kavramlarla yapmak zorunda değil, bilakis politik kavramlar engeldir dönüşüme.” Yaşadığı cezaevi deneyimi, kökenleri ve yaşadığımız coğrafyaya dair diğer politik meseleler dizelerinde, ama farklı katmanlarda yine yer alıyor

Konuşmasında sık sık İspanyol şair Federico García Lorca’ya değiniyor Matur. Lorca’nın da Endülüs ve doğduğu Granada’nın coğrafyasından, kültüründen, dokusundan beslenen ve kendi kimliğinin katmanlarıyla birleştiren bir şair. “Şiir dramatik yerlerden çıkıyor coğrafyalarda,” diyor Matur. “Bütün o dramlar bir şairi şair yapar. Duyarlı bir özne oraya düştüğünde hasbelkader o ona değer ve şiiri oluşturur.” Bu anlamda Türkiye’de çok sayıda önemli şairin çıkmış olması şaşırtıcı değil ona göre. Ancak günümüzdeki koşulların da şiir yazmaya çok elverişli olmadığı kanısında. “Bazen ülke çöker altında kalırsın. Bu dönem öyle bir dönem.”

Lorca demişken, Lorca’nın şiirlerinde de kullandığı “duende” motifine değinmeden de edemiyor Matur. “Cin” diye çevrilse de “duende” bir insanda var olan veya olmayan bir çeşit tılsım, yerle çekiminde yaşadığı titreşim. Her sanatçının, şairinin hattâ kişinin özünde de biraz bu tılsımlı yatkınlık, adanmışlık var. “Çok iyi tekniği olan bir Flamenko sanatçısı vardır, diğerinde teknik yoktur ama onun duendesi o kadar güçlüdür ki başka bir etki yaratır... Onun üzerine ne inşa ettiğimiz, neleri seçtiğimiz, neleri yaptığımız bir sürü şeyin birleşiminden oluşuyor. Nerede okuduğunuz, nelere tenezzül ettiğiniz, egonuz, nelerden vazgeçtiğiniz ya da vazgeçmediğiniz. Bütün bunlar belirliyor.”

“Şiirlerimi anlamayan annem editörüm oldu”

Matur konuşmasında ilk Kürtçe şiir kitabının da yakında çıkacağını müjdeliyor. Bugüne kadar Türkçe yazmak Türkiye’deki pek çok Kürt yazar gibi Matur için de bir “tercih” olmamış. “Tam bir anadil benim için, yani annemle konuştuğum dil. Bu anlamda entelektüel bir Kürtçe değildi. Bu Kürtçenin dar olduğu anlamına asla gelmiyor. Benim bildiğim Kürtçe yetmiyordu.” Ne o annesinin diliyle şiir yazabilmiş, ne annesi Türkçe yazdığı şiirleri okuyabilmiş ya da anlayabilmiş. Annesiyle varoluşu arasında dilden bir duvar örülüvermiş. “Bir yol ayrımındaydım cezaevindeyken, şiirleri yeni yeni yazmaya başlıyordum ama o kadar yoğun geliyordu ki, tercih konusu olamadı. Tercih etmek isterdim. Ama Türkçe önüne geçti. Çünkü Türkçede ifade edebildiğim gibi edemiyordum diğerinle ya da çok sınırlı kalıyordu ve yıllarca bu böyle gitti.”

Ta ki yakın bir zamanda katıldığı bir festivale kadar. İlk defa ünlü İngiliz şair Ted Hughes tarafından düzenlenen ve her iki yılda bir dünyanın dört bir yanından şairleri okurlarla buluşturan festivalde 300-400 kişilik bir salonda kapanış okumasını yaptıktan sonra, şiirinin Türkçe melodisinin çok yumuşak olduğuna dair çok hoş iltifatlar aldığını anlatıyor Matur. O anda da aklından geçenin şu olduğunu söylüyor: “İltifatı kalbime koydum. Ama o kalpte sızı da var, Kürtçenin sızısı. Şunu düşündüm: O Türkçeye getirdiğim ses, Türkçe verdiğim sesin içinde benim Kürtçem var, Kürtçe duygum var ve bu sesi benim bir gün böyle bir salonda konuşurken, bunu da duyurmam gerekir diye anında hissettim. Bu bir proje değildi. Sonra New York’a uçarken yerel, Maraş Kürtçesiyle beş tane kısa şiir yazdım.”

Ardından Maraş’a gittiğinde şiirlerini hemen annesiyle paylaşmış. “Pazarcık Maraş Kürtçesiyle yazılan o beş şiiri okudum. Başını sallaya sallaya dinledi. ‘Sen giden birine dön mü diyorsun yoksa kendi etrafında dönmeyi mi kast ediyorsun’ dedi. ‘Giden birine dön diyorum, bu bir aşk şiiri,’ dedim. ‘O zaman vegerê diyeceksin,’ dedi. Şiirlerimi anlamayan annem editörüm oldu,” diyor Matur gülerek. Kürtçe şiirinin tınısının da daha farklı olduğunu görmüş. “Daha naif daha yalın bir şiir yazıyorum – ama daha kadınsı bir sesi olan bir şiir. Türkçede daha köşeli, daha entelektüel ve daha cinsiyetsiz biri konuşuyor çoğu zaman. Ama Kürtçede daha yumuşak bir ses var,” diyor. Türkçe dille arasında içini dolduramadığı bir boşluk, bir yabancılık olduğunu söylüyor. “Kürtçede kendimi daha çok hissediyorum. Kürtçe şiiri okumak bana müzik gibi geliyor.”

Matur, sanatın daima iyileştirici bir yanı olması gerektiğini de belirtiyor. Defterler dolusu şiirlerini elemiş Matur, hep özenle seçtiği şiir demetleri sunmuş kitaplarında. Şiirlerinde paylaştığı acının etkisini süzerek, onarıcı olmasını sağlayarak okurla buluşturmaya çalıştığını söylüyor. “Acıyı anlatmanın bin tane yolu var. Hangisini seçtiğiniz sizi gösterir, hayatla kurduğunuz ilişkiyi, egonuzu, iddianızı… Ben sanatın iyileştirici, aşkın duygulara götüren bir şey olmasını diliyorum ve öyle bir şiir yazmaya çalışıyorum. Edebiyat edeple ilgili, o perdeyi