“Cinsiyet, bize verilen dilde, her birimizin kendi yazdığı şiirdir”
“Queer Üzerine Konuşmalar” serimizin ikinci etkinliğinde “Varoluşun Fantastik Şarkısı: Cinsiyetin İçine Etmek [Genderfuck]” başlığıyla Gülkan Noir’ı konuk ettik.
Kendini “Çevirmen, editör ve yazar. Şair. Erdişi. Anarşizm, Anarkafeminizm, Queer, Transfeminizm, normatif olmayan cinsellikler, beden, arzu, affekt, post sömürgecilik gibi konuları dert edinen, teorik ve edebî üretimlerde bulunan bağımsız araştırmacı” olarak tanımlayan Noir, sunumuna şu sözlerle başladı: “Cinsiyet, bize verilen dilde, her birimizin kendi yazdığı şiirdir.”
Leslie Feinberg’den yapılan bu alıntı cinsiyet üzerine düşünmek, “genderfuck” üzerine yani cinsiyet/toplumsal cinsiyet karmaşası ya da performansının sürekli kesintiye uğratıldığı bu politik hat üzerine düşünmek için bir yol açmıştı dinleyen herkese. “Kavramsal olarak müphemliği kendinde olan kadın ve erkek olma hâllerinin siyasî bir tavır olarak içine etmek”ti “genderfuck” ama nasıl?
Cinsiyet hiçbir zaman “iki” olmadı diye devam etti Gülkan Noir sözlerine. Bize verilen dil “iki” diyor oysa, kadın-erkek, Adem-Havva, karı-koca…
Sonra dünden bugüne, farklı coğrafyalardan, farklı zaman dilimlerinden cinsiyetin içine edenler evimizin odasına taşındı. Sözle, sesle, görüntüyle… Bu ikiliğin sökülmesi de dönüştürülmesi de kolay değildi ama bunu yüzyıllardır başarabilenler vardı. Cinsiyet sadece bu ikilikten de ibaret değildi üstelik, kapitalizmin, hegemonik inanç sistemlerinin, ailenin sürdürülebilirliği için bir gereklilikti. Bize verilen bir kalıptı ve bu kalıpları aşmak da bu ikiliği sökmek ya da dönüştürmek de kolay değildi kolay olmasına ama tarihin tozlu sayfaları buna cesaret eden isimlerle doluydu.
Kimdi bunlar? Bazen Aydınlı bir Rum olan Eftihia Papayiannopulu’ydu. “Gülbahar” şarkısıyla bir Arap kızı olan Gülbahar’a olan aşkını anlatan. Bazen Klaus Nomi’ydi, kuzeyin buz gibi “Sanat Güneşi” bugün birçoğumuzun ilgiyle izlediği Sense 8’in Nomi’sinin de ismini aldığı, David Bowie’ye “cinsiyetin içine etmek” konusunda ilham olmuş bir sanatçı. Bazen bir şairdi, Kavafis gibi, Asuman Susam gibi… “You think you're a man, you are only a toy” diyen 80’lerde daha bugünkü anlamda “queer” kelimesi bile yokken ortada sahnede “Erkek olduğunu düşünüyorsun oysa sadece bir oyuncaksın” diyerek kırılgan erkekliği kancasına geçiren Divine gibi... 70’lerde sahnelerde arzusunu bağıra çağıra dile getirdiğinde “böyle kadın mı olur” sorularıyla kafaları karıştıran Joan Jett gibi… Örnekleri çoğaltmak mümkün, çoğalttı da Gülkan Noir, iki saat boyunca soluksuz sözde, şarkıda, varoluşta yani tavırda, gördüğümüzde ve bize bakanda cinsiyetin içine edenlerden bir geçit töreni yaşadık İstanbul Edebiyat Evi’nde.
Önemli olan bakış açısını değiştirmek, belki de biraz yamuk bakmak, iktidarların çok işine gelen o “iki”yi bozmak, sonra yeniden yapmak belki ama normatif olmadan, dayatmadan başka türlü yapmak... İki saatin sonunda herkesin yüzünde taze bir güvenin izlerini görmek mümkündü, bir rahatlama hissettik adeta. Cinsiyetin de cinselliğin de varoluşumuzun herhangi bir yönünün de “iki”ye sığmayacağını bugüne kadar kimler kimler göstermişti. Bugün biz mi bu iki’ye sığacaktık, onun içine sıkışıp kalabilecektik?